8 Kasım 2007 Perşembe

elma yarısı portakal


Belki de hepimiz aynıydık..
Dünyadaki yaşamın başlangıç amacına hizmet vermek için toplandık belki burada. Hepimiz sadece birer memeliyken, farklılaştık asırlar boyu birbirimizden ve çevremizi saran tüm varlıklardan. Bir kısmımız ava çıktı, diğer kısmımız çocuk doğurdu. Sonra baktık ki, ava çıkan kısmımız bir de çocuğunu ve ona bakanı koruyor. Çocuk bakana bu kolay mı geldi nedir bilinmez, o da bu görevi sahiplendi, savaşa giden, diğer taraf oldu. İkisine de sonradan içgüdü dendi, çıkıldı işin içinden. Evde kalan iyice narinleşti, evi yapana daha bir kuvvet geldi. Bir de modernleşildi, kuaför masrafları, gereksiz yere alınan ayakabılar ya da maç keyifleri arayı iyice açtı. Tutup bu kez de anlaşamaz olduk! Oysa belki de hepimiz aynıydık...

Yuvayı yapan dişi kuştur. Yiğit ise er meydanında belli olur. Toplumumuzun ve genel olarak bilinen üzere bir çok toplumun kadın ve erkeği koyduğu yer, atasözlerinde bile aşağı yukarı gözüküyor. Kadının sosyal kimlikleri edepli, uslu bebekleriyle oynayan kız çocuğuyla başlayıp, başarılı bir iş kadını olsa bile, anne kimliği ile son buluyor. “Çalışan anne” , “Bekar anne”, “Faal anne” ... Anneliğin kültürler içinde aldığı kutsallık vasfı ve anneler üzerine yapıştırılan “korunması gereken kişi” etiketi de cabası. Bu, kadını daha da narinleştiriyor; erkeğinse gücüne güç katıyor. Evini geçindiremeyen erkek Boğaz Köprüsü’ne çıkıyor (bu kadar temel bir vaizfeyi yerine getirememenin utancıyla); kadınla çocuklar evde ağlamaklı...

Tarih ve mitoloji, güçlü kralların, ortalığı kasıp kavuran kahraman erkeklerin hikayeleriyle dolu. Politika çağlar boyu erkek egemenliğinde. Çünkü kadın, kimlik itibariyle kutsal olmasının yanı sıra, fizisel anlamda güçsüz, bir de doğası o şekilde işlemiyor. Erkekler stratejik, fiziksel oyunlar oynamaktan hoşlanırken, kızlar bebekleriyle oynuyor, ip atlıyor, düştüğünde hemen yaralanabiliyor. Erkek çocukları yaralansa da bir şey olmuyor; onlar babalarının aslan oğulları ! Öte yandan fiziksel olarak, kadına doğurganlığını, erkeğe kas gücünü ve dayanıklılığını veren yapı, kromozomlarımız yoluyla getirdiğimiz farklılığın sonucu ortaya çıkıyor. Döllenen yumurta, anneden ve babadan gelen birer X kromozomuyla karakterize ise çocuk kız; anneden bir X babadan da bir Y alırsa da erkek oluyor. Bedensel ve hormonal özellikler de bu yapılanmaya göre farklılık gösteriyor. Bu, işin en kolay açıklaması belki de. O kadarla kalmıyor oysa hiç birşey. İki cinsin öğrenmeleri ve yetiştiriliş de işin içine giriyor. Yetiştiriliş ve öğrenmelerin de sosyal kültürden ayrılamayacağını düşünürseniz, aslında sadece kendi içinde değil; evrensel düzeyde farklılaşan kadın ve erkek cinsiyetleri oluşuyor. İşte bunun içinden çıkmak biraz zor..

Oedipus kompleksi herkesin kabaca bildiği bir kuramdır. Mitolojiden doğru oluşturulan bu teoriye göre, her çocuğun, 3-5 yaş aralığı, kendi cinsiyetini farkettiği gibi anne ve babasının da cinsiyetinin ayrımına vardığı bir yaşam dönemine tekabül eder. Bu döneme ödip dönemi denir. Örneğin, bu dönem içindeki kız çocuğuna göre,baba annesinden ve kendisinden farklıdır. Kız çocuğun ilk gördüğü erkektir belki de. Baba çok güçlüdür, çok önemlidir. Ancak anne, babaya sahiptir. Kız çocuk bilinçaltı bir düzeyde babaya sahip olmak ister ve anneyle amansız bir rekabet içine girer. Ancak sonuç ortadadır, mağlubiyet kesindir. Bunu anlayan zavallı kız çocuğu, bu kez başka bir strateji dener: “Madem annem babama sahip, ben de ona benzemeliyim ki, benim de şansım artsın” . Bu şekilde, bir kadın figürü olarak anneyle, genel kapsamla da kendi cinsiyle özdeşleşime girer. Erkek için de bu durum, anne için baba ile rekabet ve sonra da özdeşleşme olarak incelenir.

Yanı sıra, kadın ve erkek rolleri, çocuğa yaşamının ilk aşamalarında öğretilen de bir durumdur. Bebeğiniz kız olacaksa, eşyaları pembe, oyuncakları bebekler olacaktır. Erkekse masmavi bir dünyada, oyuncak arabalarıyla oynayacaktır. Kız çocuk, elbiselerini temiz tutarsa ödüllendirilir, erkek çocuğun patlattığı ayakkabıların haddi hesabı olmaz, bu yine de takviye edilir. Kız çocukla annesi akşam yemeği masasını kurarken, erkek çocuk salonun ortasında babasıyla güreşir. Kızlar kızlarla, erkeklerse erkeklerle arkadaş olur. Bu da desteklenen bir durumdur.

Peki ya bunlar olmasaydı?
Bildiğimiz tüm mekanizmalar, kültürel yapılar, sosyal öğrenimler, tarih, evrim.. v.s. herşey tam aksi yönde değil ama farklı işlemiş olsaydı?
Belki de hepimiz aynıydık...

Hiç yorum yok: