ancak prensin ülkesinde onu üzen çok şey oluyormuş. prensin yüzü artık neredeyse hiç gülmüyormuş. yıllardır ülkenin üzerinde gezen yeşil bulutlar, ülkeyi artık yaşanması çok zor bir yer haline getirmeye başlamış. halk da prens de ne yaparlarsa yapsınlar bu lanetli yeşil buutlardan kurtulamıyorlarmış. prens gezilere çıkıp komşu ülkelerin güzelliklerini gördükçe kendi ülkesi için üzülür dururmuş. halkını taşıyabileceği yeni topraklar ararmış.
prens yine bir gün halkından ve komşu ülkelerden gelen mektup ve haberleri okurken, deniz altı ülkesinden gelen bir mektupla çok ilgilenmiş. mektup, deniz altı ülkesinden bir kızın yeşil bulutlara çare bulduğu ile ilgiliymiş ve kızın üslubu prensi çok neşelendirmiş. prens hemen kıza bir cevap yazmış ancak deniz altı ülkesine kağıt ve mürekkeple yazılmış bir mektubu sağlam ulaştırmanın yolunu bilmiyormuş. bu yüzden cevabını bizzat iletmek üzere, deniz altı ülkesine gitmeye karar vermiş.
alabildiği kadar büyük bir nefes alıp suya dalan prens deniz altı ülkesinin koruyucu cam fanusuna varana kadar hızla yüzmüş. fanustaki muhafızlara görmek istediği kızın nerede olduğunu sormuş ve muhafızlar altın kalpli prensi tanıyıp, ona hemen kızın yaşadığı kuleyi gösterip fanusun kapısından geçmesine izin vermişler. prens, deniz ülkesinin diğer ucundaki kuleye vardığında etrafına bakmış. kulenin etrafında, az önce yanından geçtiği yemyeşil çayırlar, rengarenk çiçeklerden eser yokmuş. sadece kupkuru bir bozkır varmış. bu durum prensi biraz meraklandırmış, biraz da hayal kırıklığına uğratmış. "burada yaşayan kişi, kibirinden dolayı insanlarla bir arada yaşamaktan kaçmış, ancak tek başına da bulunduğu yeri güzelleştirmekten aciz kalmış. büyük bir ukala olmalı" diye düşünmüş. yine de kapıyı çalmış.
kapıyı açan kız, mektuptakinin aksine çok temkinli bir üslupla konuşmuş prensle önce. prens düşündüklerinde yanılmadığını hissetmiş o an için. daha sonra, prens kıza neden bu kulede yaşadığını sormuş. kız derin bir nefes alıp, prense tüm içtenliği ile öyküsünü anlatmaya koyulmuş: "eskiden deniz altı ülkesinin kalbi benim evimdi. bahçemde bin bir çeşit çiçek, türlü türlü ağaç ve hiç bir yerde karşılaşamayacağın kadar güzel hayvanlar yaşardı. derken bir gün topraklarıma izinsiz giren bir dev tüm bahçemi dağıtıp, evimi de yerle bir etti. evimin enkazının altında günlerce ağladım. dev sanki her an geri gelip yine her şeyi yerle bir edecekmiş gibi korkuyordum enkazın altından çıkmaya. sonunda bir sabah uyandığımda sokakta iki adamın bir kule inşa etmekten bahsettiklerini duyup kendime bu kuleyi inşa etmeye karar verdim. evimin ve devin bahçemden söktüğü ağaçlarımın kalıntılarını kullanarak devden daha yüksek bir kule inşa ettim kendime ve hiç dışarı çıkmadım. artık dev buraya tekrar gelse bile evime ve bana zarar veremeyecek."
prens duydukları üzerine kıza hemen kılıcını göstermiş ve ona bu kılıcın devleri uzak tutabilme özelliğinden bahsetmiş. kız da bunun üzerine yeşil bulutları nasıl bir nefeste yok edebildiğini prense açıklamış. ikisi de şaşkınlarmış. biri denizin en dibinde, biri dünyanın öbür köşesinde birbirlerinden habersiz yaşarken aslında birbirlerinin ihtiyaç duyduğu her şey olduklarını görmüşler. prens kızın elini tutmuş ve doğruca kuleden çıkartmış. kız biraz ürkek de olsa onun yanında yürümeye devam etmiş. sonra deniz altı ülkesinin cam fanusunu da geçip, denizin yüzeyinde kendilerini bekleyen kayığa binmişler ve prensin ülkesine doğru yola çıkıp, birbirlerinin ellerini bırakmadan kürek çekmişler.
kız, ülkenin yemyeşil gökyüzüne bakmış ve koskoca bir nefes alıp var gücüyle bulutlara üflemiş. bulutlar bir anda kayboluvermiş. ülke aniden eskiden olduğu hale bürünmüş. zeytin ağaçları yeşermiş, nehirlerin billur gibi akan suları pınarlarından fışkırarak akmaya başlamış. pembe - beyaz begonviller açmış dört yanda ve tüm ülkeyi bir kekik kokusu sarmış. prens, zeytin ağaçlarının ortasına kendisi ve kız için güzel bir ev yapmış. evin kapısına da kılıcını asmış. kıza, "ben ve kılıcım burada olduğumuz sürece, ne bu eve, ne bu ülkeye, ne de bu şehre hiç bir dev adım atamaz!" demiş. kız, prensin elini daha sıkı tutmuş ve prense dönüp, "ellerimi bırakmanı istemiyorum" demiş.
prens ve kız en yaşlı zeytin ağacının dibine uzanıp, etrafı saran kekik kokusundan derin bir nefes çekip, huzur içinde, el ele güneşin batışını izlemişler. yarın ne olacağını bilmiyor, bilmek de istemiyorlarmış. o an birbirleri için yanyana olduklarından başka bir şey bilemelerine de gerek yokmuş zaten. o an el ele olmaları dünyanın en önemli şeyiymiş. ve onlar el ele oldukça da dünyanın en önemli şeyi olarak kalacakmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder